27 Ekim 2011 Perşembe

Aura Geliştirmek için Işık Kulesi (Negatiflikten Korunmak için)



Eminim çoğunuz aura'dan haberdarsınızdır. Aura kimi görüşe gören ruhun dışa çıkan kısmıdır, kimi görüşe göre ise manyetik bir alandır. Ne olursa olsun şurası kesindir ki auralarımız vardır hatta görülebilir.

Aura da katmanlardan oluşur. Mesela eterik bedeni kolay görürsünüz. Hemen kafamızın üzerinde tüm vücudumuzu kaplayan beyaz renkte bir hale. Onun dışında üstlere doğru o anki ruh halimizi hatta kişiliğimizi gösteren renkler vardır.

Bunlar dışında auranın davranışları vardır. Mesela kimi aura geniştir kimisi dardır. Bu kişilerin hisleri ve kişilikleri de bu şekildedir. Mesela psişik vampirlerin auralarında almaçlar bulunur. Bu almaçlar diğer auraları delerek onlardan enerji alır. Bu diğer aurada hasarlara yol açtığı gibi enerjisi çalınan kişide yorgunluğa neden olur. Neyse mesela başka bir örnekte iki sevgilinin auraları birleşir ve gül rengi olur. Dostlarımızla birlikteyken de auralarımız birleşir. Sevmediğimiz insanların yanındaysak auralarımız birbirlerini iter. Hatta kimisine kanımız ısınır çünkü auralarımız o kişinin aurasını çekerken kanımızın ısınmadığı kişileri itmektedir.

Öbür yandan auralar bizi koruyan kalkanlarımızdır. Etrafımızdan acayip şekilde etkileniriz ve sürekli enerji alışverişi olur. Negatif kişilerden negatif, pozitiflerden pozitif alırız. Eğer ki auramız çok gelişmemiş ve güçsüzse bizi bu enerjilere karşı koruyamayacaktır. Ve de negatif enerji bize etkileyecektir. Halk arasında nazar denen olay veya beddua ya da büyü bu tür şeyleri aura engelleyemediği için bize etki edecektir. Ama güçlü bir aura bunları kısmen engelleyebilir hatta geri yansıtabilir. Kimisine büyü tutmaz hatta geri yansır çünkü aurası güçlüdür. Ya da nazar işlemez.

Yani auramız bizim için önemlidir. Ne kadar güçlüyse özgüvenimiz o derece artar ve dış etkilere karşı o kadar korunaklı oluruz. İşte aşağıda verdiğim alıştırma 'Ruhsal Korunma Teknikleri' adlı kitaptan alınmıştır ve hergün biraz vakit ayırarak bu alıştırmayı yaparsanız auranız zaman için güçlenecektir.

Işık Kulesi 1 (Aura Güçlendirme)
  1. Derin ve düzgün nefes alın. (Pratik süresince devam edin.)
  2. Tüm vücudunuzu gevşetin.
  3. Yürürken dik, düzgün, sakin olun. Kollarınızı gevşekçe iki yana bırakın. Otururken de omurganız dik olsun. Ayaklarınızı birbirine paralel yerleştirin. Elleriniz, avuç içleri aşağıya bakacak şekilde kalçalarda dursun. Ciddi bir sağlık sorununuz yoksa pratiklerinizde her zaman ayakta durmalısınız.
  4. Bedeninizi çevreleyen uzun, elips şeklinde, yoğun parlak mavi bir ışığı gözünüzün önüne getirin. Bu ışık vücudunuzun aşağı yukarı 25 cm. ötesine ulaşır. Başınızın üstünde ve ayağınızın altında da 40 cm. kadar uzanır. Ruhsal auranız bundan daha büyük bir alanı kaplar. Genellikle gümüş renkli olarak canlandırılır ama korunma amacınıza uygun olarak mavi olması gerekir. Alanı neden mi küçülttük? İhtiyaç duyduğunuz koşulları yaratmak küçük alanda daha kolaydır da ondan.
  5. Sizi tümüyle çevreleyen bu iyice belirlenmiş yoğun parlak mavi ışık alanını gözünüzün önüne getirin. Şimdi auranın en üst noktasından, başınızın biraz üstünde parlak beyaz bir ışık küresi hayal edin. Küre başınıza değmiyor.
  6. Dikkatinizi bu kürenin üzerinde yoğunlaştırın. Küre böylece kor şeklinde yanan, magnezyum gibi beyaz ve daha parlak bir hale gelecektir. Bunu yaparken yukarı bakmaya gerek yok, varlığını hissedin yeter. Bu imajı, 'Yüksek Varlığınız'ın ışığını temsil etmek üzere yaratıyorsunuz. Bu ışık gerçekten de oradadır. Bu küreyi hayal ederken dokunmaya kalkmayın. Çünkü 'Yüksek Varlığınız'ı bilinçli varlığınızla tespit etmiyorsunuz.
  7. Şu iki imajın farkında olun: Tümüyle içinde olduğunuz yoğun parlak mavi elips ve başınızın üstündeki beyaz küre… Onlar zaten varlar ama şimdi siz onlara konsantre olarak bu enerjilerin yoğunluğunu artırıyorsunuz.
  8. Beyaz küreyi sembol olarak gözünüzün önüne getiremeseniz bile, gerçek ilahi gücün bir parçasını temsil ettiğini kabul edin. Ve düşünebileceğeniz en yüksek pozitif enerjilerin zihninizde dolaşmasına izin verin. Bu pozitif düşünceler bırakın tüm benliğinizi sarsın.
  9. Hazır olduğunuzu hissettiğinizde göz kamaştırıcı yuvarlığın beyaz ışık saçtığını görün. Bu ışık, gümüş pırıltılarla doludur. Önce auranıza, sonra da canlı bir şekilde size doğru akarak tümüyle nüfuz eder.
  10. Şimdi auranızın dış kabuğu canlı ve parlak mavi elips şeklindeyken, içi canlı parıldayan beyaz ışıkla dolacak. Konsantrasyonunuzu etkin bir şekilde sürdürebildiğiniz sürece bu vizyonu, yaşayan ve hareket eden bir gerçeklik olarak görün. Parlaklık sürekli etrafınızdadır ve size doğru akar. Her şeyin kaynağı olduğu için bitmez, tükenmezdir. Auranızda sürekli dolaşır. Pırıltılıdır, sert ve keskin bir şekilde belirlenmiştir. 'İlahi Gç'ün bu muhteşem belirtisinin ortasında çok mutlu bir şekilde kendinizin farkında olun!
  11. Auranızın zaten varolduğunu ancak şimdi bunu güçlendirmek için özel bir çaba sarfettiğinizin bilincinde olun.
Işık Kulesi 2 (Hızlı Metod)
  1. Hemen etrafınızı saran canlı, parlak, mavi aura elipsini düşünün. Başınızın bariz üstünde de 'Yüksek Benliğiniz'in parlak, beyaz küresini gözünüzde canlandırın.
  2. Başınızın üstündeki parlak kürenin farkında olun. Hayal edilmiş bir sembol olsa da kürenin ilahi gücün bir parçasını temsil ettiğinin farkına vararak en yüksek iyiliği amaçlayın.
  3. Parıldayan kürenin beyaz ışık saçtığını görün. Bu ışık, gümüş pırıltılar ile doludur, auranıza akar ve size nüfuz eder. Auranın sert kabuğunun keskin mavi dış çizgilerini görün.
  4. İhtiyacınız olduğu sürece bu canlandırmayı sürdürebilirsiniz.
  5. Görüntünün bilincinizden uzaklaşmasına izin verdiğinizde, bu korumanın hâlâ görünmez şekilde sizin çevrenizde olduğunu bilin.
(Not: Hızlı metodu acil zamanlarda uygulayın. Hızlı metodun verimli olabilmesi için birinci metodu düzenli uygulamak gerekir.)

Efe Elmas

26 Ekim 2011 Çarşamba

28 Ekim 2011



Yıllarca üzerinde durduğum ve Carl Johann Calleman’a göre Maya takviminin sonu olan 28 Ekim 2011 tarihine çok yaklaştık. Durum böyle iken internet ortamında bu konuda bana sorulan sorular artmaya başladı. Ne olacak? Değişimleri hissedebiliyor muyuz?

Maya takviminin sonu bu tarihte mi gerçekten?
Yazdıklarım ve konuşmalarım sayesinde bu tarihi duyanlar veya direk olarak Calleman’ı takip edenler 28 Ekim 2011 tarihine kilitli iken durum benim için hiç öyle değil. Son haftalarda Calleman ile yaşadığımız tartışmalar dışında son bir yıldır benim üzerinde çok durduğum bir konu olmadı 28 Ekim tarihi. Neden böyle oldu, bakış açım nasıl değişti ve önümüzdeki zamana nasıl bakmalıyız? Bunlar ve benzeri sorulara cevap vermeye çalışayım.

Öncelikle belirtmeliyim ki son yıllarda içsel dönüşüme odaklanmanın değerini giderek daha çok farkettim ve Maya takvimini takip etmek yerine meditasyon inzivaları ve yoğun yoga çalışmalarına önem veriyorum ve hayatın içinde yaşarak geçmem gereken dönüşümlerden geçiyorum. Son bir iki yıldır yazdıklarımı takip edenler için bu ifadelerim süpriz olmamıştır zaten.

Ama gelelim asıl neden Calleman modeli olarak adlandırdığım Maya takvimi tarihlendirmelerine olan güvenimin sarsıldığına. Biliyorsunuz ki 2008 yılında oluşan küresel finansal krizi doğru tahmin etmesiyle öne çıkmıştı Calleman. Bunun ardından Sekizinci Dalganın Altıncı Gecesinde olmasını beklediği daha büyük bir ekonomik bir kriz ve çöküşten, Amerikan dolarının tamamen değer kaybetmesinden bahsetmişti. Bu, 8 Kasım 2009 tarihi ile 3 Kasım 2010 arasında gerçekleşmeliydi, olmadı. 3 Kasım 2010’dan sonra ise artık Yedinci Gündüze girdiğimiz için daha büyük dönüşümler olması bekleniyordu: “hiyerarşilerin çöküşü”. 28 Ekim 2011’de ise evrimin tamamlanması ve sürdürülebilir, gelişmiş “Cennet Bahçesinin” ortaya çıkışını öngörmekte Calleman (http://www.calleman.com/content/articles/nov8_sixth_night.htm).

12 gün içinde böyle bir dönüşümün olması için ne kadar büyük bir mucize olması gerektiğinin farkındasınızdır umarım.

Bu ve benzeri soruları “Calleman Takviminin Sonu – Carl Johann Calleman’a Açık Mektup” ile dile getirmiştim. Calleman burada sorduğum teknik sorulara bilimsel ve objektif bir çerçeveden cevap vermediği gibi konuyu önce bir kamplaşmaya çekti. 28 Ekim 2011 ile 21 Aralık 2012 arasında bir savaş algısına geldi ve beni öteki kampa koydu. Ben ise kesinlikle 21 Aralık 2012 tarihini destekleyecek en ufak bir şey öne sürmemiştim. Bu durum onun savunduğu “Birlik Bilincinden” ne kadar uzak olduğunu ortaya çıkarmış oldu. Yanlış anlaşılmasın, ben henüz o “Birlik Bilincinde” olduğumu savunmuyorum kesinlikle.

Ancak bir konuda hemfikir olmuştuk, o da insanlık olarak öne sürülen İlahi Plan’dan, yani Calleman’a göre olması gereken tarihlerde gerçekleşmesi gereken dönüşümlerden “geri kaldığımız” idi. Yani gecikmiştik. Bu yüzden de onun öngördüğü tarihlerde, buna 28 Ekim 2011’de dahil, öngörülen dönüşümler olmamıştı, olmayacaktı. Bunu 1945 yılında atılan atom bombalarının bile psişik olarak hepimizi onyıllarca nasıl etkilediği gerçeği ile açıklamaya çalıştı. Soramadan edemedim, eh madem Maya takvimi şu anda yaşanan değişimlerin yıllar sonra gelecek etkilerine dayanıyor, neden 21 Aralık 2012 tarihine inanmanın risklerinden bahsediyorsun? Neden tüm tohumların yedinci gündüzde meyve vereceğini iddia ettin yıllarca? Bu ve benzeri pek çok sorumu halka açık bir şekilde yanıtlamadığı için bu tartışmayı yarıda kalmış olarak görüyorum ve bu konuya devam etmeyi çok istemiyorum.

“Sende yıllarca onun görüşlerini savundun, şimdi niye ters dönüyorsun” diye sorabilirsiniz. Ya da “sen de bizi kandırdığını mı söylüyorsun yıllardır”, diyebilirsiniz. Bu sorular kapsamlı bir açıklamayı hak ediyorlar elbette. Öncelikle ifade etmeliyim ki Calleman’ın araştırma ve tezlerine olan yakınlığım onların bilimsel ve gözlemlenebilir, ampirik temellere dayanıyor olmasıdır. Pek çok kez ikimizde objektif gözlemin önemine verdiğimiz değeri ifade etmişizdir. Benim onun teorilerine uzaklaşıp yakınlaşmam da duygusal nedenlerden bağımsız, tamamen objektif gözlemlere dayalı bir temeldedir. Ancak son zamanlarda Calleman’ın yaklaşımları ve tezleri giderek hep o yücelttiği bilimsel, objektif çerçeveden çıkmıştır. Bugün neredeyse inanca dayalı bir sistem halini almıştır. Bu ve ileride sunacağım diğer nedenlerden dolayı onun Maya takvimi tarihlendirmelerini, özellikle de Sekizinci ve Dokuzuncu dalgaya ait olanları desteklemediğimi ve takip etmediğimi açıklamak zorundayım. Kitaplarında açıkladığı ilk yedi dalga ve bilincin evrimi teorileri ise hala mantıklı bir çerçeve sunmaktadır. Elbette büyük zaman aralıklarındaki tarih sapmaları büyük yanlışlıklara yol açmıyor, ancak Sekizinci ve özellike Dokuzuncu Dalgaya dair tahminlerin büyük çoğunluğu hedefi ıskaladılar ve elbette bu kadar çok tahminin yanlış çıkması büyük bir hataya işaret ediyor.

Elbetteki görüş ayrılıklarıın bir tarihçesi de var. Benim Calleman modelinden şüpheye ilk düşüşüm 2007 yılında olmuştu. O yıl içinden geçtiğimiz Beşinci Gündüz olarak tanımlanan sürecin, “en parlak gündüz” olmasından dolayı büyük atılımlar getirmesi bekleniyordu insanlık bilincinde. 2007 bu beklentileri yerine getiren bir yıl olmamıştı. Beşinci Gece olan 2008 ise ABD’de başlayan büyük ekonomik kriz ile ve bir önceki Beşinci Gecede (1932 – 1952) yaşanan ekonomik kriz ile benzerliklerinden dolayı Calleman modeli büyük bir kanıta kavuşmuştu. Yukarıda bahsettiğim gibi Altıncı Gece tahminleri ise 2010 boyunca tutmamaya başlayınca doğal olarak şüphe geri geldi. 2010 Eylül ayında Calleman kehanetlerinin gerçekleşmediğini ve artık bunları sorgulamanın zamanı geldiğini blogumda ifade etmiştim. Ayrıca 28 Ekim 2010 tarihinde konuk olduğum Saba Tümer’e de Calleman ile yaşadığımız görüş ayrılıklarını dile getirmiştim. (http://vimeo.com/17343069) Yani bazılarının iddia ettiği gibi son anda yaptığım bir manevra değil bu fikirlerim.

Bu arada Mayaların 260 günlük Tzolkin isimli takvimleri ve Maya burçları bu konunun tamamen dışındadır. Calleman’ın da geçenlerde kabul ettiği gibi Tzolkin hiç bir zaman durmayacak olan bir takvimdir bireysel anlamda rehberlik etmeye devam etmektedir.

28 Ekim 2011 tarihi ile ilgili duruşumu, geçmişteki temellerini de açıklayarak, netleştirdiğimi sanıyorum. Şimdi gerçekten şimdiye bakalım ve bu günlerde dünyada neler olduğunu anlamaya çalışalım.

Bugünlerde gündemi dolduran bir kuyrukluyıldız geçidi var: Honda, Elenin ve yakında geçecek olan Levy. Özellikle Elenin medyada yıldızı parlayan bir kuyrukluyıldız oldu. Dünya’ya en yakın geçişi 16-20 Ekim 2011 olmasından ötürü, bazılarınca Nibiru olarak algılanmasından ötürü ve Calleman’ın 28 Ekim 2011’ine yakın bir tarihte yakın geçişini yapmasından ötürü ilgi odağı olmuş durumda. Calleman bu konuda bir adım ileri gitti ve Mayaların ve bazı Hristiyan mistiklerinin öne sürdüğü 3 günlük karanlığın Elenin’in yakın geçişi sırasında gerçekleşeceğini “sezdiğini” ifade etti. Bu yazıyı 16 Ekim tarihinde yazıyorum yani Elenin’in 5 günlük Dünya’ya en yakın geçişinin ilk günündeyiz. Bunu 17 Ekim’de yayınlamayı düşünüyorum ve siz bu yazıyı okuyorsanız direk kendi gözleminizle bu sezgi doğru mu değil mi görebilirsiniz. 18-19-20 Ekim tarihlerinde böylesi bir karanlık olmazsa, Calleman’ın bilimsel olarak değil, sezgisel olarak da gayet yanıldığını görmek zor olmayacaktır.

Gelelim son günlerde olan büyük kitlesel protesto gösterilerine. Şüphe götürmeyen bir şekilde büyük sosyal değişimler yaşanmakta veya yaşanacak. Kapitalist düzenin köşeye sıkışmaya başladığı bir dönemdeyiz ve genel olarak baskıcı rejimlere karşı büyük bir direnç başgöstermekte. Ancak bütün bunların Maya takvimine bağlanması mümkün mü? Ya da daha önemli bir soru şu: acaba bu sosyal değişimler insanlığı gerçekten birlik bilincine dayalı bir dünya düzenine götürecek mi? Yeni Çağcıların bu soruya ezberden evet diye bağırdığını duyar gibiyim. İster 28 Ekim 2011’e, ister 21 Aralık 2012 tarihine inanın maya takviminin sonuna doğru gelirken böylesi büyük sosyal değişimlerin olması bir tesadüf olamaz gibi gözükmektedir. Olan olaylar belki bazılarınca kozmik ışınımlar veya foton kuşağı ile bile açıklanabilmektedir.

Gönül ister ki Wall Street işgali, 15 Ekim’de dünya çapında yapılan protestolar ve gerçekleşen devrimler insanlığı Altın Çağ ile sonuçlancak, manevi açıdan son derece parlak bir sürece girişi ile sonuçlansın. Ancak kitlesel toplumsal hareketlerin, her ne kadar idealist temellere dayansa da en iyi sonuçları getirmediği tarih tarafından kanıtlanmıştır. Devrimin her zaman evrim demek olmadığı tarihteki pek çok örnek sayesinde gözlemlenebilir.

Ne demek istiyorum? Aslında farkında olsak da olmasak da her 11 yılda bir dünyamız sosyal anlamda büyük bir değişiklikten geçmektedir veya büyük savaşlar ve toplumsal karışıklıklar olmaktadır. Bunlar bazen orta ölçekli bazen ise çok daha büyük değişimler anlamına gelmiştir. Fakat asıl önemli olan bunların tesadüfi bir zamanda değil, bilim adamlarının solarmax olarak tanımladığı zaman aralıklarında gerçekleşmiş olmalarıdır. Yani aslında büyük sosyal değişimlerin sırrı ne foton kuşağındadır, ne de başka gizemli ve uzak bir kaynakta. Her an dünyamızı ısıtan güneşimizdir sosyal hareketliliğin kaynağı.

Solarmax nedir peki?
Güneşimizin aktivetesinin ve güneş lekelerinin zirveye tırmandığı zamana solarmax denir. Güneş her 11 yılda bir manyetik kutuplarını değiştirir ve bu değişim sırasında güneşin aktivitesinde ve yaydığı plazma miktarında çok önemli bir artış olur. Elektron ve proton yüklü bu plazma dünyaya ulaştığında hava ve yerküre hareketleri dahil olmak üzere genel olarak dünyamızı “heyecanlandırır”. İnsan olarak bizde atomlardan yani elektron ve protonlardan oluştuğumuz için, ekstradan gelen bu bol miktarda plazma ile enerjimiz artar. Artı yüklü proton ve eksi yüklü elektron miktarının artması daha fazla elektrik akışına yol açar. Yoga diliyle bunun ismi Kundalini uyanışıdır. Bu durum genel anlamda yaratacılığın artmasına ve ruhsal uyanışa yol açabildiği gibi çatışma ve şiddete de bir altyapı hazırlar.

Artan güneş aktivitesi ve artan toplumsal olaylar ve devrimler arasındaki ilişkiyi tahmin etmek heliobiyolojinin (güneşin biyoloji üzerine etkisi üzerine çalışmalar) kurucusu Rus bilim adamı Chizhevsky’nin araştırmaları sayesinde mümkün olmuştur. Yaklaşık yüzyıl önce Chizhevsky güneş döngüleri ve toplu insan eylemleri arasındaki korelasyonu ortaya çıkarmıştı. Neredeyse tüm sosyal devrimler ve büyük çatışmalar her 11 yılda bir gelen solarmax dönemlerinde gerçekleşmektedir. Bunlar arasında,

1776-1783: Amerikan Devrimi,
1788-1791: Fransız Devrimi,
1914-1918: Birinci Dünya Savaşı,
1917: Rus Devrimi,
1939: İkinci Dünya Savaşının Başlangıcı,
1967-69: Çekoslavakya başkaldırısı/SSCB işgali, Woodstock ve hippi hareketini zirvesi, ABD’deki ilk büyük savaş karşıtı yürüşüler
1989: Doğu Bloğunda devrim, Berlin Duvarının yıkılması,
1989-1992: Glasnost süreci, Rusya Kominist Partisinin düşüşü, Körfez Savaşı,
2001: 11 Eylül olayları; Terorizm karşıtı savaşın başlangıcı, sayılabilir. (http://www.michaelmandeville.com/earthchanges/monitor/cosmos/solarwind/Sunspot_Cycles_Influence_Human_History.htm)

Ölçümlere göre Ağustos 2011 itibari ile solarmax dönemine girdik ve tahminler bunun 2013’ün sonlarına kadar devam edeceği yönünde. Solar Flare denilen büyük güneş patlamalarının ise solarmax döneminde gerçekleştiğini söylemeye gerek yok. Bu durumda görünürde büyük (ama tarihsel bir perspektiften bakıldığında sıradan olan) dünyada olaylarının basitçe, sadece solarmax nedenli olduğu bile iddia edilebilir.

Belki bu sürecin sonunda ABD’de bir devrim olacak. Belki dünyanın pek çok ülkesinde büyük devrimler olacak. Ve 2014 yılı geldiğinde herşey yerine oturup ortalık sakinleştiğinde yepyeni bir dünyada yaşıyor olacağız. Ancak unutmayın ki bu daha önce pek çok kez oldu. 1778 Fransız Devrimi, 1917 Rus Devrimi, 1967-69 döneminde yaşananlar, Doğu bloğunun 1989-1992 arasında yıkılması… vs. Tüm bu olaylardan sonra dünya değişmişti”. Sanki yeni bir dünyaya uyandı insanlık her seferinde. Ama bir bakın, Rusya ne 1917 Sosyalist devriminden sonra ne de buna tepki olarak gelen 1989 devriminden sonra günlük güneşlik oldu. Dünyanın temel problemleri tüm bu idealist devrimlere rağmen devam ediyor. Yani devrim, evrim demek değil ve açıkça bilincin evriminde belirli bir seviyeye gelmeden yapılan devrimler fayda getirmiyor. Bu durumda para sisteminin çökmesinin insanlık için “aydınlanma” getireceğinin garantisini kimse veremez.

Bir kez daha görüyoruz ki 2012 ile ilgili net ve mutlak bir kehanetten bahsetmek söz konusu değil. Peki bütün bunların ışığında yakın veya uzak gelecek için mesaj ne olmalı? Öncelikle ezbere ve otomatik olarak hiçbir inanç sistemine kapılmamanızı, özellikle de son zamanlarda iyice tutarsızlaşan Yeni Çağ yaklaşımlarını ve bu tür fikirler yayan kaynakları şüphe süzgecinden geçirmenizi öneriyorum.

Her şey iyi güzel, çiçek, böcek, kelebek algısına yol açan pembe gözlükleriniz varsa çıkarın. Dünyanın sonu geliyor, çok kötü şeyler olacak algısına yol açan kara gözlükleriniz varsa bunu da çıkarın. Hayal kurmayı bırakın, gerçeği görmenizi sağlayan gözlükleri takın, yani dışarıya değil asıl içeriye bakın. Bir göktaşı veya kozmik bir olayı korku nesnesi haline getirmek veya dışardan gelecek herhangi bir olaya bel bağlamak yerine içeri bakış ve içgörüyü hayatınızın merkezine alın. Jung’un dediği gibi “dışarı bakan düş kurar, içeri bakan uyanır”.

Toplumsal hareketlerin şiddetli değil şiddetsiz olanlarına destek vermekte fayda var. Manevi aydınlanma ile toplumsal devrimi bir gören Mahatma Gandhi hatırlanmalı.

Manevi olarak güçlü durmak gerekiyor. Tüm önyargılardan uzak bir şekilde, gönül odaklı ve herhangi bir ibadet türünü dışlamadan ama yine de dogmaları sorgulayarak yaşamanızı öneriyorum. Maya Büyüklerini hatırlayın, “3 gün karanlık geldiğinde Yaratıcımıza dua etmeliyiz” demişti Don Alejandro Oxlaj.

Sevgi ve saygılarımla,
Vajra Fatih Keçelioğlu